Tarih : 3-4 Aralık 2022
Start : Yeşilyurt Köyü, Ayvacık, Çanakkale
Finish : Hattuşa Thermal Hotel, Güre, Edremit, Balıkesir
Karar:
Kapadokya’da 119K’yı sorunsuz şekilde tamamladıktan sonra Evren’in geçen sene 66K parkurunu koştuğu İDA’da 114K’ya kaydolmaya karar verdim. Geçen sene neredeyse tüm yarış boyunca aralıksız yağmur yağması ve sonucunda yaşanan zorluklar gerçekten etkileyiciydi. Yaşanan zorlukların yanısıra çamurda koşmak, yağmur altında doğa ile mücadele etmek ayrı bir cazip gelmişti. Diğer taraftan Akçay/Edremit’te yaz tatillerini geçirmiş ve Balıkesir’de yaşamış olduğum için Kazdağları’nın doğasını, oksijen bolluğunu biliyordum. Bu doğada koşma fırsatı zaten başlı başına cazip geliyordu.
Hazırlık:
Hazırlık anlamında Kapadokya sonrası bir süre dinlenme ile geçmişti. Yarış sonrası ilk koşuyu 29 Ekim’de, ODTÜ Cumhuriyet Koşusu’nda koşmuştum. 55m tırmanışlı, 5km’lik parkuru 4’46 pace ortalaması ile 23’45” ‘de bitirdim. Benim için güzel bir süre idi. İstediğim gibi hafifleyememiş olmamdan ve çok düzenli antrenman yapamamamdan dolayı iyi süre. Eskiden 4. bitirmiş olduğum bir yarıştı bu. Ayrı bir yazıda yazarım belki…
Onun dışında çok yoğun olmayan ama haftada ortalama 2-3 antrenman ile toplamda 50K/hafta bile olmayan bir yoğunlukta antrenman yaptım, yetersiz!
Son hafta eşimin motor ehliyet hazırlıkları dolayısıyla efsane motor eğitmenimiz Nazmi Hoca ile ayaküstü konuşuyorduk. Kendisi de gelmek istediğini belirtti. İDA RUZ, Run Zeus 36K parkurunun uygun olabileceğini düşündük. Ancak bir sorun vardı ki, kayıtlar henüz dün kapanmıştı. “Kısmet” diyorduk ki geç kayıtlar tekrar açılınca Nazmi Hoca da gelmeye karar verdi. Birlikte gidecektik. Cuma sabaha karşı çıkar, cuma tüm gün dinleniriz diye planladık.
Etkinlik:
Yarışa 5-6 gün kala Nazmi Hoca’nın hesapta olmayan bir sınavı çıkınca Cuma akşamüstü ancak yola çıkabildik. Bu durum hesapta olmayan ama “deneyelim görelim” şeklinde bir durum idi. 114K koşacaktım ama cuma çalışıp, akşamına yola çıkıp, sabah 6’da da Start noktasına olan transfere yetişecektim.
Yola, hedeflediğimiz gibi akşamüstü 6 gibi çıktık. Yolda sadece temel ihtiyaçlarımız için durduk ve saat tam 2.00’de, etkinlik merkezi ve Finish noktası olan Hattuşa Thermal Otel’e vardık. Ben yolda biraz uyumaya çalışsam da pek beceremedim. Normalde yanımızda çadırımız da vardı, otel veya pansiyonda da kalabiliriz fikrimiz de vardı ama 2’de giriş, 6’da çıkış için fazlasıyla anlamsız geldi. Arabada uyuduk. Saat 5’te alarmım çaldı. Uyku sürem sanırım ~2 saattir. Kalkıp WC ihtiyacımı giderip yarış kitimi aldım. Bu arada Nazmi Hoca’yı da uyandırmış oldum. Üzerimi giyinip, drop-bag’imi hazırladım, teslim ettim. Start noktasına gidecek olan otobüslere bindim. Otobüste Evren’le karşılaştık. Start noktası, Çanakkale Ayvacık’a bağlı Yeşilyurt köyü idi. Anlayacağınız koşuya Çanakkale’de başlayıp Balıkesir’de bitirecektik.
Yarış Günü:
Start noktası Yeşilyurt köyü meydanı idi. Sabah hava henüz aydınlanmadığı için köyün güzelliğini pek göremedim. Ancak görebildiğim kadarıyla şirin ve çok güzel bir köy idi. Köy kahvesi açıktı ve sobası yanıyordu. Burada sularımı doldurdum ve ısınma faaliyetlerimi tamamladım. Kemal KUKUL abi ile biraz muhabbet ettik ve start alanına geçtik.
Yarışın başlarında hem kalabalık ile hem de karanlığın etkisi ile köye ait fazla detay görmedim. Zaten kısa sürede ıslak, çamurlu toprakta koşmaya başlamıştık. Baştaki tırmanış biraz dik ve yorucu idi ama kısa sürüyordu. Sonrasında ise inişi bol kıvrılarak ilerleyen, sürekli güzel bir ormanlık alandan geçen yollardan ilerledik. Ben de şimdiye kadarki yarışlardaki en hızlı pace/km zamanımı koşmuşum, 4’44″/km. Normalde, hele de böylesine uzun yarışlarda 5’00” pace altına inmeye gerek duymam. Fazladan efor kaybı görürüm. Diğer yandan benim kilomda bu pace’ler sakatlığa açık bilet demek; özellikle inişlerde dizlere anlamsız yük binmesine sebep oluyor. Ancak burada eğim ve zemin öylesine uygundu ki, sadece akışına bıraktım diyebilirim. Buralarda sürekli havlayan köpek sesleri geliyordu ve sayıları da oldukça fazlaydı ama hiçbiri ile karşılaşmadık. Sadece 1-2 bahçede bağlı olarak 4-5 tanesini gördüm ve nispeten rahatladım.
İlk CP’ye kadar oldukça rahat geldim. Sonrasında kısa ama sert tırmanışlar denk gelmeye başladı. Buralarda Kapadokya’da yaşadığım gibi bir kramp ve ani yorgunluk sıkıntıları yaşadım. Yaklaşık 23. km’lerde durma noktasına geldim ve su ile birlikte bir şeyler atıştırdım. Çünkü hızlı gitmiştim ve ilk CP’de yeterince beslenmemiştim. Su geçişini bu sıralarda yapmıştık. Henüz yarışın başları olduğu için pek de iyi gelmedi açıkçası.
İkinci CP olan Doyran’da Atıl vardı ve sağolsun hem motive ediyor, hem yardımcı oluyordu. Burada 2-3dk oturdum. Muz yedim ve kola içtim. Kalktığımda midemin biraz fazla şiştiğini farkettim ama daha iyi hissediyordum. Orta tempoda koşmaya başladım. Bu sıralarda yanımdan Mehmet Osman geçti, kısaca lafladık. Sonrasında biraz tempo vermeye başlıyordum ki, o da ne! CP’ye geldik. Tempoyu fazla vermişim herhalde 🙂
Üçüncü CP olan Seyir Terası’na gelmiştim ama ortada teras falan yoktu. Zeki hocamla ilk orada karşılaştık. Sağolsun görevli arkadaşlar gerekli açıklamayı yaptılar: O noktadan yukarısında yol çalışması varmış, ki vardı. Forkliftler ile kamyonlardan döşeme taşlarını indiriyorlardı. Ayrıca yokuş boyunca da taze kum indirilmiş, işçiler taşları döşüyorlardı. Bu kumlar tam da eğimin arttığı noktalarda, yarışı oldukça yorucu hale getirmişti. Bu tırmanışlar bitti dediğim nokta ise “Milli Park” girişi idi. Buradan itibaren yol geniş ve uzun bir süre aşağı eğimli idi. Buralarda Zeki hocam beni yakalamıştı. Benim dizim ağrımaya başlamıştı ve bu durum inişlerde beni aşırı zorlamaya başladı. Hızlansam daha kötü olacaktı. Yavaş gitsem de gönül razı değil. Neyse buralarda bir ağrı kesici aldım ve oldukça iyi hissettirdi. Bu ağrı kesici, hayatımda aldığım sayılı ilaçlardan biri olmakla beraber, yarışlarda aldığım ilk ilaç idi 🙂 CP’nin kurulması gereken seyir terasına geldiğimde manzara çok güzeldi. Denizden itibaren karaya doğru giren bir yarık var ama kilometrelerce ilerliyor; teras da bu yarığa tepeden bakıyor. Yüksekliğe rağmen yüzlerce metre aşağıda çağlayan suyun sesi yukarıya kadar geliyordu. Akan su hayal meyal görünüyordu ve suyun kenarına gitmek istemiştim o anda. Keşke başka şey isteseymişim. Suyun dibine kadar indik. İnmek demek, çıkmak da demek olduğu için bu durum beni pek de mutlu etmemişti. 48. Km’yi geçmiştik. Sonrasında elbette tırmanışlar başladı. Manzaralar o kadar güzeldi ki, aslında şikayetçi olmak yerine hayran hayran doğayı seyrederek ilerliyordum. Yorgunluk mu? Dibine kadar! Ama değiyordu resmen. Zeki hocamla tekrar denk geldik buralarda. Kendisi teras öncesi fotoğraf çekeyim derken biraz oyalanmıştı. Ben ise dizimin ağrısı biraz geçmişken tempo yapmıştım. Ahşap Teras CP’sine kadar beraber gittik.
Dördüncü CP olan Ahşap Teras’a geldiğimizde resmen mevsim değişti. Tırmanışta hem hava güzeldi, hem de terlemiştim. Ancak CP’ye geldiğimizde resmen kış mevsimi gelmişti. Bu CP’deki arkadaşların hakkını nasıl öderiz bilmem. Zaten en soğuk ve bakir CP burasıydı sanırım. Çocukların kendileri için çayları, sıcak çorbaları vardı. Biz geçtikten sonra da en az 4 saat orada kalmaları gerekiyordu. Ona rağmen bizim bitkin halimize acıyıp çay, sıcak çorba ve yanlış hatırlamıyorsam helva ikram ettiler. Çok makbule geçmişti. Peynir, vs de vardı. Baya piknik modunda beslendik. Hava soğuduğu için burada yağmurluğumu giyindim. Bizim çıkmamıza yakın Evren de geldi. Hatta ihtiyaçlarını karşılayıp benden önce CP’den çıktı. Yokuş aşağı gidileceği için Evren önden yardırdı, gitti. Ben ise 2-3 dönüş sonra kendisini göremedim bile. Zeki de buralarda biraz yavaşlayınca ben de kendi tempomda ilerlemeye başladım. Yaklaşık 13km sonra Dropbag CP’sine gelecektik. Ancak iniş yoğunluklu bir segment olduğu için çok da uzun gelmemişti.
Beşince CP ve aynı zamanda Dropbag olan Dedepınar’a geldiğimde büyük bir hayalkırıklığı yaşadım. Evren çıkmak üzereydi. Ben de hemen üzerimi değiştirdim; şortum kaldı. Çoraplarımı değiştirdim, aynı ayakkabı ile devam etmeye karar verdim. O sırada Evren’le lafladık. Beslenmek için yerimden kalktığımda standart bir CP’de olan yiyecekler bile yoktu. Görevli arkadaşa sorduğumda, “sıcak yemek kalmadı, bitti” dedi. Ardından kendileri için sabahtan almış oldukları simitlerden getirip ikram etti sağolsun. Ancak organizasyonun bu noktada patladığını söyleyebilirim. Diğer tüm CP’lerdeki ikramlar ve hizmetler çok güzel olmasına rağmen bence en ihtiyaç duyduğumuz CP olan Dropbag’te “sıcak yemek bitti” sözü beni çok üzdü. Bundan sonra ince bir dere yatağını takip ederek bir süre oldukça tutarsız zeminlerde, engebelerden, hatta bazı noktalarda batonların yardımı ile zar zor geçebildiğim yerlerden geçtim. Sonrasında bir süre asfalttan gidip sonrasında zeytin ağaçlarının aralarına daldım. Burada bazı noktalarda zeytin toplayanların örtülerinin kenarlarından geçiyor, ağaç dallarına kafamızı çarpmamak için eğilip geçiyorduk. Medeniyete kısmen yakın olduğumuz bu bölgelerde sık sık köpek havlamaları duyuyor, bağlı olup olmadığını bilmediğim için tedirgin oluyordum. Özellikle bu bölgelerde yerleşim yerlerinden bir an önce uzaklaşmak istiyordum.
Altıncı CP Çamlıbel’de yine Atıl vardı. Buraya gelene kadar yollar çok kırıcı, tırmanışlar sertti. “Artık bitsin” diye diye ilerliyordum resmen. Ama bitmiyordu. Köylerin içlerinden geçtikçe havlayan köpeklerin sayısı artıyordu. Şükür havanın karanlık olmasına ve ortalıkta neredeyse hiç insan olmamasına rağmen herhangi bir köpek saldırısına maruz kalmamıştım ama arada kovalama girişiminde bulunan veya karşımdan, yanımdan havlayan köpeklerin yanlarından geçmek durumunda kalmıştım. Bu CP’de varilin içinde ateş yakmışlardı ve ben de oldukça üşümüş olduğum için biraz ısınmaya çalıştım. Ancak maalesef dıştan değil içten ısınmam gerektiği için hemen harekete geçtim. Buradaki köyün dışına çıkana kadar irice bir köpek sessiz sedasız beni geçirdi. Yaklaşık 1km benimle ilerlemiştir. Ne çok yaklaştı, ne arayı fazla açtı; ama belli bir mesafeden beni takip etti ve hiç havlamadı. Bu durum beni bir süre tedirgin etse de içimden “sanırım beni koruyor veya kolluyor” diye düşündüm. Çünkü köydeki diğer hiçbir köpek de bu sayede ne havladı, ne yaklaştı. Gerçekten, belki de beni korumuştur.
Yedinci CP Beyoba CP’si doğayla içiçe geçilen yolların, oldukça bozuk zeminli arazilerin sonunda, baraj kompleksi gibi bir yerin sonunda ulaşılan bir CP idi. Sanıyorum orada bir de şelale vardı ama gece karanlığında maalesef çok da keyfini çıkartamadım. Adı Sütüven Şelalesi imiş. Oraya gelene kadarki zemin gerçekten çok kırıcı idi. Bazen yumruk, bazen kafam büyüklüğündeki taşlara takılıp düşmemek için çok çabaladım. Elbette ayak parmaklarımı çarpa çarpa bir hal oldum ki, sanıyorum orası yüzünden 2 ayak tırnağımı emekliye ayırdım, düşmeleri yakındır. Bu CP’deki arkadaşlar da sağolsunlar çok organize ve disiplinli çalışıyorlardı. Sıcak çorba içebildiğime çok sevinmiştim! Burada 2 arkadaşı yakaldım ve geçtim. Orada garip bir serzenişte bulundular. “Hiç fenerinizi görmedik, nereden çıktınız?” Verecek cevabım yok. Ben de onlar gibi işaretleri takip edip, saatimin de yardımı ile rotayı takip ediyordum. Sürekli arkalarını kollayıp beni görmedikleri için üzgünüm ancak CP çıkışı onlar yürüyorlardı, ben ise yavaş da olsa koşuyordum. Zira Zeytinli CP’ye doğru giderken, ormanın içinden geçerken 5-10dk içinde ben de onları görmez hale gelmiştim. 100. Km’yi geçerken artık ben de koşmayı bırakıp tempolu yürümeye başlamıştım.
Sekizinci ve son CP olan Zeytinli’ye gelmiştim. Saatim 102 Km’yi gösteriyordu ama ben köyün içinde işaretleri takip ederek ilerliyordum. Köy dediğime bakmayın; baya büyükçe ve güzel bir köyden bahsediyorum. Tam kaptırmış giderken bir binanın içinden 2 kişi seslendi: “CP burası!”. En gizli CP de buydu sanırım. Burada fazla kalma niyetim zaten yoktu. Formaliteden içeri girdim, 1 çeyrek muz alıp hemen çıktım. Bundan sonrası pek de tatlı değildi açıkçası. Bu köyün içinden çıkıp Güre’ye kadar 8.5Km kadar yolumuz kalmıştı. Ancak bu yol köpeklerle doluydu. Ne çektim şu köpeklerden bu yarışta! Yolun kenarında 5 tanesi yatıyor. Ben geçerken kulakları dikip beni izliyorlar. Biraz korku emaresi görseler saldıracaklar. Biraz ileride bu sefer havlayarak karşılayan 1-2 köpek oluyor. Aldırmadan ilerliyorum. Biraz ileride telle çevrili bahçeler var ve içi 5-10 köpek dolu. Baka baka geçiyorum ama ileride kapısı açık olsa veya bir şekilde çıkabilecek olsalar durum vahim. Biraz daha ileride bir köpek yanıma geldi ve ufaktan cilve de yaptı. Başını sevdim ve yanımda yürümeye başladı. Ama nedense çok tedirgin. Az sonra sebebi de anlaşıldı. İleride başka bir iri köpek kulaklarını dikmiş oturup bize doğru bakıyordu. Biz yaklaşınca hırlayarak yerinden ok gibi fırladı. Bana doğru geliyorsa yapacak hiçbir şeyim yoktu. O ise yanımdaki köpeğin peşine takıldı ve koşarak uzaklaştılar. Ben istemsiz de olsa köpeği feda etmiş gibi oldum. O olmasa belki bana da saldırabilirdi. Bu olaydan biraz sonra 2 köpek, tam da korktuğum gibi bahçe çitlerinden atlayıp dibime kadar havlaya havlaya geldiler. Kayıtsız kalamıyorum, çünkü neredeyse bacaklarımı ısıracaklar. Batonla zor uzaklaştırıyorum. CP’den beri hep asfalttayız. Artık bitiyor ama dizleri sakatlamadan bitseydi bari. Asfaltta koşmayı sevmiyorum. Buralarda iki arkadaşı geçiyorum. Nazmi Hoca yaklaşınca haberdar etmemi istemişti; kendisine de haber veriyorum. Sağolsun beni Finish’te karşılıyor.
Finish’e gelmek uzun sürdü. Son CP’den sonrası da ayrı bir işkence oldu ama bitti sonunda. 22 saat 3dk süren macera sona erdi. Saat sabahın 5’i. Madalyamı aldım, polarımı giyindim. Dizim sakatlanıyor gibi olmuşken toparlanmış olması güzel gelişme. Yorgunluktan hareket etmekte zorlanıyorum. Karnım aç ama Finish’teki çorba çok kötü geldi bana. Belki de saatlerdir sıcak kalmasından kaynaklı ekşimeye başlamış olabilir. Makarna da vardı ama sanırım hayatımda yediğim en tatsız makarnaydı diyebilirim. Tuzu zaten hiç yoktu ama makarnanın kendi lezzeti de gitmiş. O açlığıma rağmen onu da bitiremeden bıraktım.
Ama sefillik henüz bitmedi. Duş almak istiyorum. Sabah, havuzun olduğu yerdeki WC’de, duşların da olduğunu farketmiştim. Nazmi Hoca sağolsun gidip suyun sıcak olup olmadığına baktı; sıcakmış! Ben havlumu alıp gittim, duşumu aldım, üzerimi değiştirdim, geldim. Şimdi biraz uyuyup yola çıkacağız. Arabanın arka koltuğunda uyuyorum biraz. Sabah olunca usuldan yola koyuluyoruz. Balıkesir’den höşmerim alıp Susurluk’ta tost yiyip devam ediyoruz.
Bundan sonra çok uzun mesafe koşmam diye düşünüyorum, ciddi ciddi. Tüm eğlenceyi kaçırıyorum…
Özet:
Özetlemek gerekirse, doğası ve havası ile gerçekten çok ama çok keyifli bir ortamda koşmak çok güzeldi. Zeminin kırıcı olduğunu tekrar belirtmek istiyorum. Ayaklarda parmak, tırnak kalmayacağını bilerek koşabilirsiniz. Köpeklere karşı dikkat etmek gerekiyor. Genel olarak keyifli ve zorlu bir macera istiyorsanız kesinlikle tavsiye ederim.
Benim için; yoldan gelip, 2 saat arabada uyuyup, 22 saat koşmak ve ardından yine arabada 3-4 saat uyuyup tekrar yola çıkmak fazlasıyla yorucuydu. Bu türdeki bir yarışa dinlenmiş başlamak çok önemliymiş, tecbüre etmiş oldum. Son 15Km’de düzlüklerde koşarken gözlerimi 5-10 saniye arasında kapatıp, tabiri caizse ayakta uyuyordum 🙂
Organizasyon & Parkur:
Polat’ın yaptığı organizasyonların kalitesine diyecek fazla bir sözüm yok. Genel anlamda sorunsuz bir organizasyondu diyebilirim. Ancak 2 noktada beni hayal kırıklığına uğrattı. İlki Dropbag’de sıcak yemeğin kalmamış olması ve Dropbag alanının pek uygun olmaması, ikincisi ise Finish’teki yemeklerin kötü olması. Onun dışında gönüllü arkadaşların özverisi, çabası, desteği gerçekten takdiri hakediyor. Hepsine teşekkürlerimi gönderiyorum.
Parkur konusunda kısaca 1-2 değerlendirme yapmak gerekirse, genel olarak parkur çok güzel. Derin su geçişi yaptığımız nokta henüz yarışın çok başlarında olduğu için ayakların erken ıslanmasının dezavantajı yarış boyunca hissediliyor. Diğer taraftan çamurlu ve çok dik olan bir nokta var. O da henüz yarışın çok başında. Bu noktaya belki bir sabit halat bağlanabilir. Parkurun Milli Park’tan geçmiş olması çok iyi olmuş. Seyir terasları ve manzaralar muazzam güzellikte. Bir de son 10Km’deki köpeklere bir çare bulunabilirse tadından yenmez.